Covid salgınının en hararetli günleriydi. Bilinmezlik içinde debelenirken bir yandan, diğer yandan hayatı devam ettirme mücadelesi verdik dünyalılar olarak.
O günlerin birinde, işten eve dönerken telefonum çaldı. Sektörel bir dergi grubundan arayan ses, onlar için gümüşün yolculuğunu anlatan bir yazı kaleme alıp alamayacağımı sordu.
Şaşkınlığım geçip, ciddiliğinden de emin olduktan sonra pazarlık etme hakkım doğmuştu! -Yazarım ama kendim gibi yazarım.
-Kuralları bilmem, edebiyatçı değilim, özgür takılırım.
-Kendi ürünlerimin görselleri şart! Bla, bla, bla...
Oldukça kibar olan hanımefendi her şeye peki demişti bile.
Nasıl yani, şimdi yazı mı yazmam gerekiyor?
Üç sayfamız var dedi ses, doldurmanız gereken. İlk sayfada hoş bir fotoğraf olabilir belki.
Oh! Neyse, kaldı iki sayfa.
Peki bana biraz müsaade o zaman. (Zamandan bol ne var aslında.) Ona da peki dendi.
Eve yürüyerek döndüm, şoku atlatıp akıl süzgecimden geçirmeliydim önce.
Ben neye evet dedim?
Sonra ne mi oldu?
Aşağıda göreceğiniz iki sayfa makale döküldü kalemimden. Yazarken bolca tedirginlik, karın ağrısı ama okuduğumda tam da ben.
Minik bir ışık olduysam ne mutlu bana.
Keyifli okumalar.
A. T.
Comments